İstanbul’un fethiyle ilgili hadisler-2

by

29 Mayıs 1453 yılında, Sevgili Peygamberimizin müjdesi gerçekleşmiş ve İstanbul fethedilmiş.
Doğuda Uzun Hasan tehlikesi ortadan kaldırılmış.

Batıda en etkin olan Venedikliler sindirilmiş ve barış anlaşması yapılmış.

Mısır’daki Memlük sultanına gönderilen “Fetihname” ve hediyelerle gönlü alınmış.

Anadolu’daki beyliklerin tamamı İstanbul’a bağlanmış.

İşte böyle bir ortamda Fatih, önce Mesih Paşa’yı Akdeniz’de en etkin olan Rodos şövalyelerini bertaraf etmek üzere göndermiş.

1479 yılında Gedik Ahmet Paşa’yı göndererek İtalya’nın kilidi durumundaki Otranto’nun fethini 1480 Ağustos’unda gerçekleştirdikten sonra Roma’daki Papa, işin nereye varacağını anlayınca kaçacak yer aramaya başladığı bir anda Fatih, 1481 Nisan’ında askerleriyle beraber Gebze’deki Hünkâr Çayırı’nda sefer çadırını kurmuş ama eceli gelmiş ve Rabbine dönmüş. (Allah rahmet eylesin.)

Roma batıda, neden Edirne’de çadır kurmamış sorusuna verilen çok cevap var ama en akla yakını “düşmanı şaşırtmak”.

Akdeniz’e inip oradan gemilerle hareketle Otranto fatihi Gedik Ahmet Paşa’yla buluşmak.

Ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve dört Abdullah’tan biri olan Abdullah bin Amr’a (r.a.) soruldu,

“Konstantıniyye ve Roma, bu iki şehirden hangisi önce fetholunacak?” denildi.

Abdullah, bir sandığın getirilmesini istedi, ondan bir kitap çıkardı ve “Biz, Allah Resulünün etrafında idik ve söylediklerini yazıyorduk, “Konstantıniyye mi yoksa Roma mı önce fetholunacak?” diye soruldu, Allah’ın Resulü, “Önce Herakl’in şehri yani Konstantıniyye fetholunacaktır” dedi. (Ahmet, Müsned, Abdullah bin Amr hadisi no 6645, İbni Ebi Şeyeb, Musannef, Abdullah bin Amr hadisi no 19811, Daremi, Müsned, Abdullah bin Amr hadisi no 503).

İstanbul’un fethini müjdeleyen hadisi dünkü yazımda kaynaklarıyla beraber vermiştim.

1200 yıllık zaman içinde İstanbul’un fethi hadisine hadisçiler itiraz etmediği gibi devlet başkanları ve askerler bu yolda ellinin üzerinde sefer düzenleyip başarısız olmalarına rağmen hadisin sağlamlığı hakkında tereddüde düşmemişler ki, Fatih de bu seferi düzenlemiş ve o kutlu müjdeye kavuşmuş.

Fatih hadisini, Ahmet bin Hanbel gibi bir hadis otoritesinin rivayet etmesi,

Zehebi gibi bir hadis kritikçisinin Telhıs isimli kitabında, “Hadis sahihtir” demesi,

Müslim ve diğer hadis kitaplarının İstanbul’un fethi üzerine başka hadisler rivayet etmeleri,

İslam ümmeti arasında 1200 yıl hiç tereddüt oluşturmaması,

Ayrıca fethin gerçekleşmesi bile hadisin sağlamlığının ispatı demektir. Hicri ikinci asırda Ahmed’in Müsned’inde geçen hadisin sahih hadis olduğunu kabule yanaşmayan Arap milliyetçileri, bunu söyleyen yalancının kerametine inanma durumunda kalacaklardır.

Fatih:

“İmtisâl-i ‘Cahidû fillâh’ oluptur niyyetim

Dîn-i İslâm’ın mücerret gayretidir gayretim.”

Yani: “Niyetim, Cenab-ı Hakk’ın Hac Suresi’nde ayet 78’de ‘Câhidû fillâh’ Allah yolunda cihat edin emrine sımsıkı sarılmaktır. İslâm dininin gayreti ne ise benim gayretim de odur” diyen Fatih Sultan Mehmet Han, hem Peygamberimizin övgüsüne layık olmuş hem de dünya nimetlerine kavuşmuş.

İstanbul’u fethettikten sonra etraftaki Müslüman devlet başkanlarına haber vermek için gönderdiği “Fetihname”sinde Fatih Sultan Mehmet, Konstantıniyye halkından, tekfurlarından ve papazlarından bahsederken, “pis, alçak, mel’un, inat, kâfir” kelimelerini kullanıyor ve İslam dünyasının ortasındaki bu küfür merkezini tasvir eden bir şiiri yazıyor.

Fethedilmiş Bursa, Edirne, İznik arasında kalan Kostantıniyye’nin, kaftanı katrani, adaleti zulmani, inancı küfrani olanları için:

“Sanki sevgilinin gül yanağındaki sivilce gibiydi. Sanki o, dolunayın ortasındaki kara leke gibiydi” anlamına gelen şiiri yazıyor.

Günümüzde gâvur aydınlarımız ve aktivistlerimizin sayıları az olmasına rağmen hoparlör önündeki sivrisinek kanatlarının sesi gibi fazla çıkanlara göre gâvur, örnek ve önder kabul edilmiştir.

Efendileri onlara, “Özgür bir ülkesiniz. Yasama yetkiniz var. Ancak kanunlarınızın hiçbiri benim kanunlarıma aykırı olmayacak.

Filan ülkeye ekonomik ambargo koyduk, onlarla konuşmayacaksınız, alışveriş yapmayacaksınız. Filan ülkeye ben harp ilan ediyorum asker gönder” dediğinde, “Baş üstüne” diyenlerin özgürlükten dem vurması başta kendisini aldatmaktan başka bir şey değildir.

Bizler, gönlüne Allah korkusundan başka korku girmeyen, tedbirle tevekkül eden Müslümanlar haline gelirsek, özgürlüğümüze kavuşuruz.

Gerisi laf-u güzaf.