İslam’la şereflenişinin 1381’inci yılında Diyarbakır ve İslam tarihindeki yeri

by

Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin vefatından sadece yedi sene sonra İslam topraklarına katılan ve Anadolu’yu İslam’la tanıştıran Diyarbakır’ın bugün 1381’inci yılını idrak ediyoruz. Diyarbakır’ın bu kadar erken bir vakitte Hz. Ömer’in (r.a.) hilafetinin ilk yıllarında 639 yılında fethedilmesi tabii çok sayıda sahâbînin de bu fetih ordusuna katılmasına ve topraklarda şehit düşmesine veya bu bölgede kalmasına sebebiyet vermiştir.
Anadolu’da Diyarbakır’ın fethi ile başlatılan fetih yürüyüşünün ikinci önemli adımı 432 yıl sonra 1071’de Malazgirt’te atılmış ve 1453’te yani Diyarbakır’ın fethinden 814 yıl sonra müjdelenen şehir İstanbul’un fethi ile birlikte doruğa ulaşmıştır. Tabii bu coğrafyada her ne kadar bir takım savaşlar yapılmışsa da asıl olarak bölge halkı yani burada yerleşik olarak yaşayan Kürt halkı daha çok antlaşmalarla şehirlerinin kapılarını İslam ordularına açmışlar ve kendi istekleriyle de Müslüman olmuşlardır. Zaten değişmez yasa olan Kur’an-ı Kerim sarahaten, “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 25) diyerek insanlara zorla din dayatılmasını reddetmiştir. Kudüs’ün ve İstanbul’un fethi esnasında yaşananlar bunun en bilinen örnekleridir.

Kendi özgür iradeleriyle İslam’ın rahmet ve merhamet kanatları altına girerek çok samimi Müslüman olan bölge halkı, asırlar boyunca fetih ordularına da ev sahipliği yapmışlardır. Onun için Diyarbakır’ın İslam’ın yayılış tarihinde çok müstesna bir yeri vardır. Daha raşid halifeler devrinde Müslüman olan bu kadim İslam şehrinin halkı ne yazık ki günümüzde çeşitli oyunlarla dininden, inançlarından ve tarihi bağlarından koparılarak Zerdüştlük adı altında putperestliğe çekilmeye çalışılmaktadır. Kürt halkının İslam’la bağlarını koparmak için emperyalist kâfirler var güçleri ile çalışmaktadırlar. Ama Allah’ın izniyle tarih boyunca hep İslam’ın safında ve mazlumun yanında durmuş olan Kürt halkını, bu tarihi misyonundan kimse koparamayacaktır. “Onların (kâfirlerin) tuzakları dağları devirecek kadar büyük bir tuzak dahi olsa…” (İbrahim, 46) da bir işe yaramayacak ve Allah’ın izniyle bu kadim İslam şehri Diyarbakır kıyamete kadar sahabe şehri, ilim, irfan ve medrese yuvası olarak kalmaya devam edecektir.

Diyarbakır’da Dağkapı tarafındaki surların dibinde bulunan Hz. Süleyman Camii’nde 27 sahabe kabri bulunmaktadır. Asırlardan beri burası; “Ziyaretgâh-ı Ashab-ı Güzin” (Seçkin Sahabelerin Ziyaretgâhı) olarak anılmaktadır. Günümüzde, Diyarbakır’ın, sahip olduğu manevi zenginliğin değeri tam olarak bilinmemektedir. Oysa tarihte Diyarbakır’a gelen zevat mübarek bir beldeye geldiğinin bilincinde olarak davranırdı. Büyük Allah dostlarından Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri (k.s.) bir seferden dönerken, Hz. Süleyman Camii’ne namaz kılmak için gelmiş, caminin içine adımını atar atmaz geri çekilmiş ve caminin avlusunda namazını kılmıştır. Kendisine, “Namazı neden avluda kıldınız?” diye soranlara; “Orada o kadar çok şehit bir arada idi ki, onları incitmektense dışarıda kılmayı tercih ettim” demiştir. Mevlana Halid yazmış ayakların basamayacağı kadar şehit sahabilerden, yani yüzlerce sahabiden, bahsetmiş ve: “Bu topraklarda o kadar çok sahabe var ki ben bu topraklara basmaya hayâ ediyorum” demiştir.

Hz. Süleyman Camii’nde medfun bulunan 27 sahabe, Sultan Sa’sa ve Diyarbakır’a bırakılan 500 sahabeyi de katarsak Diyarbakır’da yaklaşık 700-1000 arası sahâbînin medfun bulunduğu söylenebilir. Bu özelliği dolayısı ile Diyarbakır, önceleri abdestsiz gezilmeyen kent olarak da anılırdı. Diyarbakır’da medfun bulunan sahabiler; kadim İslam şehri Diyarbakır’ın manevi sigortası ve kıyamete kadar İslam’ın bu topraklardaki tapusu olacaktır. Tıpkı Ebu Eyyüb el- Ensari’nin İstanbul’un tapusu olduğu gibi.

Diyarbakır’ın fethinin 131’inci yılını kutlarken Medine’den ta bu topraklara kadar at sırtında gelerek buraları İslamlaştıran o kutlu nesil sahabi efendilerimiz başta olmak üzere i’la-yı kelimetullah davası uğrunda fead-i can eden tüm şehitlerimize, dava adamlarımıza Rabbimden rahmet ve mağfiret diliyor, şefaatlerini umuyoruz.