Dün dişçi koltuğunda…

by
https://i.sozcu.com.tr/wp-content/themes/Sozcu_V3/assets/images/yazarlar/emin-colasan.png?v=7.7.8.5

Sevgili okurlarım, dişlerimde bazı ciddi sorunlar ortaya çıktı…

Bir süredir zaten Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'ne gidip o tatsız koltuğa oturmak zorunda kalıyorum. Başka çaresi yok…

Daha doğrusu, beni oturtuyorlar!

Dişçi koltuğuna oturmak çok tatsız bir şey!

Kendinizi her ne kadar usta ellere, hocalara teslim etseniz bile, yine de tatsız.

Dün yine oradaydım…

Prof. Dr. Kenan Araz ve Prof. Dr. Selim Erkut hocalarım yine açtırdılar ağzımı, yumdurdular gözümü ve gerekli işlemleri yapmaya koyuldular…

Ve zamanımın önemli bir bölümü dün o koltukta geçti.

Dolayısıyla bugün için yazı yetiştirmem mümkün olmadı.

Sizlerden özür diliyorum.

★★★

Burada dikkatimi çeken bir konuya da değinmek istiyorum…

Diş hekimleri bu korona salgını konusunda en riskli kesimlerden birini oluşturuyor.

Düşünün ki hastanın ağzı ve nefesi hem de uzun süre doğrudan karşılarında.

Arada sadece bir karış mesafe var.

Yani dişçi koltuğunda sosyal mesafe falan asla mümkün değil!

Özel giysileri ve maskeleriyle birlikte virüs bulaşmasın diye önlemlerini elbette alıyorlar da, umarım işe yarıyordur.

Hepsine sağlık diliyorum.

https://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2020/05/29/sozcu-hafta-sonu-logo.jpg

İhtiyar dostum Osman Bölükbaşı

https://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2020/05/29/haftasonu07-osman-bolukbasi.jpg

Sevgili okurlarım, gazetecilik yaşamımda çok insanla tanıştım ama Osman Bölükbaşı'nı hiç unutamam. İsmini taaa küçüklüğümden bilirdim. Ankara'da bizim mahalleye yakın boş bir alanda, Cebeci çayırında düzenlediği bir mitingi çocuk gözüyle izlemiştim. Herkese verip veriştiriyordu.

Bölükbaşı yılların siyasetçisiydi.

Ben de artık büyümüş ve gazeteci olmuştum!

Yıl 1994, şubat ayı… Günün birinde gazetedeki telefonum çaldı. Karşımda hiç tanışmadığım, sadece ismini bildiğim Osman Bölükbaşı. Zamanım varsa biraz ziyaretime geleceğini söylüyor. Çok şaşırdım, çünkü hiçbir gazeteciye konuşmazdı. Köşesine çekilmişti.

Geldi, elini öptüm… Ve anlatmaya başladı:

“Sen Refik Şevket İnce'nin torunuymuşsun. Deden benim siyaset arkadaşımdır. Çok saygı duyduğum bir insandı.”

★★★

Bölükbaşı 1950 yılında Meclis'e girmiş ve aralıksız 23 yıl milletvekili olarak görev yapmıştı. Millet Partisi'nin Genel Başkanı'ydı. Partisi sonraki yıllarda koalisyon ortağı olmuş, ancak kendisi bakanlık tekliflerini hep geri çevirmişti. Dürüst, saygın ve lekesiz bir insandı. Sağ görüşlüydü ama yobazların ve din tüccarlarının en büyük düşmanıydı. Sık sık şunu söylerdi:

“Türkiye'deki bütün sektörleri tetkik ettim. En büyük kazanç sağlayanın din ticareti olduğunu tespit ettim.”

Demokrat Parti iktidarı Bölükbaşı'nı her seçimde yeniden seçerek Meclis'e gönderen Kırşehir'i cezalandırıp kanunla ilçe yapmıştı!

Korkunç bir konuşmacıydı. Meclis kürsüsünde iktidarları duman eder, miting meydanlarında büyük kalabalık toplayıp saatlerce konuşurdu. Doğuştan muhalifti.

Bana geldiğinde Bölükbaşı seksen üç yaşında idi… Fakat kafası ve belleği muhteşemdi. Yaşayan bir tarih.

Konuştukça konuşuyoruz, anlattıkça anlatıyor. Gerçekten tarih…

Muhteşem espriler patlatıyor. Türkiye'nin durumunu nasıl gördüğünü soruyorum:

“Eskiden davacıydık, şimdi yaşlandık, duacıyız.”

Sonra bir şiir okuyor:

“Baş olanlar övünmesin/ Ne gelirse başa gelir/ Diz toprağa yaslanır da/ Baş düşerse taşa gelir.”

Biraz sonra ekliyor:

“Felek her yerime vurdu da, bir tek kafama dokunamadı.”

Siyasette yediği inanılmaz kazıkları, uğradığı ihanetleri, halka yaptığı esprileri anlatıyor. Miting meydanlarında toplanıp kendisine büyük tezahürat yapan, fakat başka partilere oy veren kalabalıklara şöyle seslenirmiş:

“Sizin harmanınız büyük de, tanesi çıkmıyor… Bu meydanlarda aşka gelip Rahman'ı (Tanrı'yı) alkışlarsınız, sandık başına gidince şeytana sarılırsınız…”

★★★

İlk tanıştığımız gündü ve üç saat konuşmuştuk. Daha doğrusu o anlatmış, ben dinlemiştim. Dışarıda kar var. Elinde bastonuyla kapıya indik. Koluna girdik, arabaya bindiriyoruz. Çok dikkat ediyor:

“İhtiyarlıkta iki şeyden korkacaksın. Üşütmekten ve düşmekten.”

Osman Bölükbaşı'yla artık dost olmuştuk. Sık sık evden arıyor, telefonda en az bir saat konuşuyoruz. Hep ben soruyorum, o anlatıyor.

Osmanlı tarihi, Türk tarihi, Cumhuriyet dönemi, iktidarlar, darbeler…

Atatürk tarafından Fransa'da matematik tahsiline gönderilip Sorbon'u bitiriyor. Aslında matematikçi. Fakat Atatürk'le hiç tanışmamış. Hep üzüntüsünü belirtiyor:

“Hayattaki en büyük eksiğimdir.”

★★★

Siyasi hayatta en uzun konuşmasını sordum.

“Düzce mitinginde tam 8 saat 35 dakika hiç ara vermeden konuştum. Akşam saatlerinde kürsünün önüne bir kamyoncu geldi. ‘Beyim bu nasıl iştir, sabah buradan kereste yükleyip İstanbul'a götürdüm, konuşuyordun. Yükü boşaltıp Düzce'ye döndüm, halen konuşmaktasın' diye seslendi.”

Bazen bana bir şey anlatıyor, bunu daha önce de anlattığını söylüyor. Ben unutmuşum. Hemen kızıyor:

“Daha bu yaşta unutmaya başladın, çok fena.”

Bir gün, Türkiye'yi yöneten siyasetçiler için unutulmaz bir tanım yaptı:

“Bunların bakiresi bile genelevden emeklidir.”

★★★

Kendi yazdığı “Kalbim” isimli bir şiiri var. Bu şiirini bana defalarca okudu. Muhteşem. Sevdiğine ulaşamayan yaşlı bir erkeğin aşkını anlatıyor. Zamanında ünlü sanatçılarla büyük aşklar yaşamış. Herhalde onlardan birine yazmış. Ama şiiri benim yazmama, teybe almama izin vermiyor:

“En yakınlarımda bile yoktur. O sadece benim kafamdadır. Kimseye yazdırmam. Benimle mezara gidecektir.”

Sonra ekledi:

“Biliyor musun, ben yüreğimde kılıç yarası taşıyorum. Öbür yaralar zamanla kapanır ama kılıç yarası asla kapanmaz.”

Kılıç yarasını kimin açtığını sordum, söylemedi.

(Emin Çölaşan'ın notu: Bölükbaşı'nın karşılıksız bir aşkla sevdiği ve o şiiri yazdığı kadın, Türk sanat müziği sanatçısı olan B.A. isimli hanımefendi idi. Her gece Gençlik Parkı'nda Göl gazinosunda sahne alır, Bölükbaşı da her gece onu dinlemeye giderdi.)

★★★

Bir gün kendisine bir öneri götürdüm:

“Efendim, artık birlikte bir anımız olsun. Bir resim çektirelim.” Kabul etti:

“Geleceğin zamanı haber ver de tıraş olayım. Belki on yıldır hiç fotoğraf çektirmedim.”

Evine gazeteden bir foto muhabiri arkadaş götürdüm, birlikte resim çektirdik.

★★★

İhtiyar dostum bazen hastalanıp hastaneye yatıyor. Ziyaretine gidiyorum. Sık sık evine de gidiyorum. O yaşında tek başına oturuyor.

Bir yaz günü evindeyim, camlar açık. Sigara içersem rahatsız olmasın diye balkona yöneldim. İçeride içmem için ısrar etti. Bir de sehpada sigara paketi var, oradan yakmamı istedi.

Paketi elime aldım, içinden bir hamamböceği fırladı. O zaman fark ettim ki halının üzerinde de hamamböcekleri geziniyor! Lafını hemen patlattı:

“Görüyorsun işte, gençken bizi aslanlar bile yiyemezdi. Şimdi hamamböcekleri yiyor.”

★★★

Bir gün yine evindeyim. İçeride başkaları da var. Ufak tefek bir genç adam, eşi ve kızı. Terbiyeli, nazik insanlar. Ellerini sıktım ama tanıştırılmadık. Havadan sudan konuşuyoruz. Bölükbaşı'na bir telefon geldi. Konuşuyor:

“Şimdi Yılma Bey yanımda, bu konuyla ilgilenecek.”

Birazdan bir cümle daha söyledi:

“Peki ben söylerim, Yılma Durak Bey sana gelip konuşsun.”

Aaa, kim bu Yılma Durak? Türkiye'nin 1970'li yıllardaki kanlı sağ-sol çatışmaları ve cinayetleri döneminde Erzurum'da olan ve ‘“Doğu Anadolu'nun başbuğu” adıyla bilinen meşhur ülkücü Yılma Durak mı?

Kendisine sordum:

“Özür dilerim, siz o musunuz?”

“Evet” deyince çok şaşırdım. Demek zamanında uzun yıllar boyunca yüreklere korku salan o kişi şimdi karşımda oturan efendi, kibar adamdı!

★★★

İhtiyar dostum iyice yaşlanmıştı. Hastanede yatıyordu. Artık belli şeyleri unutmaya başlamıştı. Ziyaretine en son gittiğimde boğazına takılı bir alet vardı ve hiç konuşamıyordu.

Osman Bölükbaşı ve konuşamamak!

Konuşamayan bir Osman Bölükbaşı!

Elini yavaşça öptüm. Öyle tepkisiz bakıyordu.

Şubat 2002'de, 91 yaşında aramızdan ayrıldı.

Tertemiz, pırıl pırıl bir insandı. Yaşayan tarihti. İhtiyar dostumdan çok şey öğrenmiştim.

“Tek eksiğim Atatürk'le tanışamamış olmaktır” diyebilen sağ görüşlü bir siyasetçiydi. Uzun nutukları, hazırcevaplığı, espri ve yergileri, doğuştan muhalifliği, geçmişteki aşkları ve yüreğindeki kapanmaz kılıç yaralarıyla Osman Bölükbaşı!

Tek eksiği, geriye not ve anı gibi hiçbir yazılı belge bırakmamış olması…

Çünkü o yazı değil, konuşma adamıydı.