Hak edilmeyen siyasî başarılar ve ülkeye yansımaları
Yakın siyasî tarih, haksız rekabet ve kitleleri yanıltarak kazanılan seçim başarılarının hikâyeleriyle doludur. Bu başarıların ülkeye pek hayır getirmediği görülmüştür.
by İbrahim ERSOYLU12 Eylül 1980’in münafık darbecileri, tecrübeli Demokrat güçleri silâh zoruyla alaşağı ederek, devlet idaresinde pek tecrübesi olmayan, kendilerinin sözünü dinleyecek Demokrat olmayan siyasîlerin önünü açarak siyaset sahnesine çıkardılar.
Turgut Özal, darbecilerin himayesinde kurduğu ANAP ile on seneye yakın bir süre ülkeyi yönetti. Yaptığı antidemokratik manevralarla muhalefeti zayıflatarak, devlet imkânlarını sonuna kadar kendi lehine kullanarak yaptığı tek taraflı propagandalarla, ehl-i tahkik olmayan halkın çoğunu oyuna getirdi ve defalarca seçimi kazandı.
Ancak o başarıları ona manevî mesuliyeti yüklemekle birlikte, bazı alanlar hariç ülkeye de pek hayrı olmadı. Sonra da aniden vefat ederek Türkiye’yi ağır bir borç bataklığına saplayarak tarih sahneden silinip gitti.
Derin güçler, İslâm’a ve dindar kesime darbe vurma bahanesi üretmek gayesiyle halkı, 1995 seçimlerinde Refah Partisi ve Necmettin Erbakan’a yönlendirdiler. Erbakan o seçimde koalisyon ile iktidara geldi. Onun iktidarı, ülkeyi 28 Şubat duvarına çarparak ne kendine, ne partisine, ne de ülkeye bir hayır getirmedi, bilâkis dine ve dindarlara çok zarar verdi.
DSP ve Bülent Ecevit, PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da dış güçler tarafından Türkiye’ye teslim edilmesiyle 1999 seçimlerinde, hak etmediği bir başarıyı kazandı ve iktidara geldi. Onun iktidarı ülkeyi 2001 yılında derin ekonomik krize sürükleyerek perişan etti. Daha sonra o da 2002’de barajın altında kalarak sahneden silinip gitti.
Yine 2000’in başında derin güçler, ülkeye demokrasiyi ikame etmeye çalışan Demokrat siyasî güçlerin iktidarına mani olmak için, aralarına fitne fesat sokarak ve onları parçalayarak zayıflattılar. Onların yerine Erbakan’ın öğrencileri olan hâkim siyasîlerin yolunu açtılar. Bu siyasîler, 28 Şubat sürecinin baskılarıyla bunalan kitlelerin onlara yönelmesiyle hak etmedikleri bir başarıyı elde ettiler. Bu güçler, ilk yıllarında yargı ve askerî vesayetinin ağır baskılarına maruz kaldılar. AB rüzgârına sarılarak askerî vesayeti kırmayı başardılar. Sağlık, ulaşım gibi alanlarda hayırlı işler yaptılarsa da, ancak Demokrat olmadıkları için kendi vesayetlerini tesis ettiler.
Ne yazık ki bu siyasîler, on sekiz yıldan beri, ülkeyi rahatlatacak merkez sağda Demokrat güçlerinin sahneye çıkmalarını ve ciddî bir iktidar alternatifi oluşturmalarını baskı ve tehditlerle engellemektedirler.
Bu güçler, halkı kendileri ve CHP arasında zoraki, kerhen bir tercih yapmak zorunda bırakmaktadırlar. Devlet imkânlarını kendi lehlerinde kullanarak haksız rekabetle kazandıkları seçim başarılarıyla koltuklarını muhafaza ettiler, ancak yaptıkları antidemokratik uygulamalarla Türkiye kriz, gerginlik ve çatışmalar içinde bocalamaya, demokrasi, hürriyetler ve adalet alanında dünya standardının alt sıralarına düşmeye devam etmektedir.
Son söz: Türkiye’nin yönetimine talip siyasî güçlerin, A. Menderes ve S. Demirel gibi liyakat ve vizyon sahibi gerçek Demokrat olmadıkları, yönetime bileklerinin hakkıyla gelmedikleri sürece Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kalkınması pek mümkün olmayacaktır.