İstanbul Sözleşmesi, inanç prensiplerimizi yok sayıyor
by Prof. Dr. Sefa SaygılıFeminist önderlerin çıkarttırdıklarını iddia ettikleri İstanbul Sözleşmesi ve onun uzantısı olan 6284 numaralı yasa gibi yasaların yürürlük ve uygulama sürecinde, iddia ettiklerinin aksine kadına yönelik şiddet artarak sürmüştür.
İstanbul Sözleşmesi; kadim değerlerimizi, kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi, inanç prensiplerimizi yok saymaktadır
Yeni Medeni Kanun, Yeni Ceza Kanunu ve özel ceza kanunu 6284 sayılı yasa ile aile, evlilik, boşanma ve aile bireyleri arasındaki ilişkiler İstanbul Sözleşmesi esas alınarak yeniden düzenlenmiştir. İşte bu yeni devrim yasalarının uygulama sonuçlarını sıralayalım:
* Evlilikler azalmakta, boşanmalar artmaktadır.
* Evlilik yaşı yükselmiştir. Bunun sonucu olarak nüfus artışı durmuş, hatta gerilemektedir.
* Aile içi ve kadına yönelik şiddet artmıştır. Kadını şiddetten koruma gayesiyle hazırlandığı ileri sürülen 6284 sayılı yasanın yürürlük tarihinden önce yılda 100 civarında olan cinayet sayısı günümüzde maalesef yılda 500 civarına yükselmiştir.
* Ceza yasasında FUHUŞ suç olarak tanımlanmadığından ahlaki erozyon hızla artmaktadır.
* İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasanın özünde aile kavramının olmaması; aile yerine ev içi tanımının ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının getirilmesi ile LGTBİ+Q (eşcinsellik ve diğer sapkınlıklar) eğilimi özendirilmektedir.
* Edinilmiş mallara katılma yasal rejimi ve süresiz nafaka erkekleri evlilikten uzaklaştırmaktadır. Evliliklerde de çatışma alanları oluşturmaktadır.
* Hiçbir hukuk metninde yer almayan, sadece ülkemizde yargıda karşılık bulan “Kadının beyanı esastır” kabulü ve uygulaması haksızlık ve adaletsizliğe kapı açmaktadır.
Yaşanan/güncel aile, şiddet, adalet, evlilik, boşanma sorunlarına çare ve çözüm tekliflerimiz vardır. Her biri ayrı makale konusu olmakla birlikte sadece konu başlıklarını vermek istiyorum:
* Tercüme ve ithal yasalardan vazgeçilerek milli ve manevi değerlerimize, kültürümüze uygun yerli yasalar yapılmalıdır.
* Hukukun evrensel ilkelerine geri dönülmelidir: ‘Adil ve doğru yargılanma’ hakkı, lekelenmeme hakkı, ‘ispat külfetinin iddia edene ait’ olması, ‘şüpheden sanık yararlanır’ ve ‘masumiyet karinesi’ ilkeleri.
* Doğru evlilik özendirilmeli ve teşvik edilmelidir. Eğitimciler ve sağlık uzmanları öncülüğünde toplum bilgilendirilmelidir. (Özellikle sosyal medya üzerinden tanışarak, asla bir araya gelemeyecek farklı anlayış ve yapıda kişilerin sağlıksız evliliklerinin hazin sonuçları ile sık karşılaşmaktayız.)
* Boşanmalar kolaylaştırılmalıdır. Çekişmeli bir boşanma davası yaklaşık 5 yıl sürmektedir. Bu da cinsel dürtülerin ya bastırılmasına veya gayrimeşru yollara kaymasına yol açmaktadır. Şiddet vakaları daha çok boşanma sürecinde yaşanmaktadır. Katolik İtalya’da boşanmaların yasal olarak kolaylaştırılması üzerine evliliklerin arttığı belirlenmiştir.
* Şiddet tanımı genel hukuk ilkelerine uygun olmalıdır. Fiziki şiddete etkin ve derhal müdahale edilerek elbette caydırıcı cezalar verilmelidir. Ancak duygusal/psikolojik şiddet ve ekonomik şiddet tanımları belirsizdir, istismara neden olmaktadır.
* Süresiz nafaka ve erkeği ekonomik olarak çökerten mal rejiminden vazgeçilmelidir.
* Aile içi uzlaşma ve arabuluculuk kurumu ihdas edilmelidir.
* Delilsiz ve belgesiz şikâyetler işleme konulmamalıdır. Kamu gücü, (fiziki şiddetle sınırlı olmak üzere) kesin ve inandırıcı delil olmadan aile içine girmemelidir. Tarafların uzlaşma, barışma imkân ve ihtimali ortadan kaldırılmamalıdır.
* Kadın-erkek düşmanlığını körükleyen haber ve yayınlardan vazgeçilmelidir. Ayı posteri dağıtarak, erkeği itibarsızlaştıran kamu spotları yayınlayarak şiddeti önlememiz mümkün olamamıştır.
* Feminist politikaların şiddeti önlemek bir yana artırdığı bir gerçektir. Felsefe olarak vahyi reddeden, (inanna/iştar/isis/Kibele) yani tanrının dişil olduğuna inanan feminist anlayışın sorunlarımızı çözmesi beklenemez.