Kadına yönelik her türlü şiddet ilahi emre muhalefettir

by

Hz. Allah insanlığı günah ve zulüm girdabından peygamberleri vasıtasıyla kurtarmıştır. Her peygamberin ümmetine ilk ve önemli tavsiyelerinden biri de zulüm ve şiddetten imtina etmek olmuştur. Bir zulüm ve şiddet biçimi olarak kadına yönelik şiddet, insanoğlunun aşırılıklarından biri olarak her zaman Allah tarafından peygamberleri vasıtasıyla haram kılınmıştır. Hz. Peygamberin geldiği cahiliye toplumun en belirgin cehalet uygulamaları kız çocuklarını katletmeleri ve kadınlarını itibarsızlaştırmaları, köleleştirmeleri, hiçleştirmeleri ve şiddet uygulamaları olmuştur. Allah Resulünün ayaklarının altına aldığı ilk zulüm ve günahlardan biri, kız çocuklarının katledilmesi ve kadınlara yönelik şiddettir. O halde ilahi her yasa kadına yönelik şiddeti yasaklar ve haram kılar.

“TECAVÜZ, BATI’NIN İŞGAL ETTİĞİ ÜLKELERDEKİ SAVAŞ AYGITIDIR”

Kâinatta her bozulan nizamın yansıması da kadının toplumsal yaşamda istismar edilmesi, örselenmesi ve ezilmesidir. Kontrolü kaybeden her toplumda kadın metalaşarak örselenir. Bu örselenme her kültürde aynı olmak durumunda da değildir. Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında kadının örselenme biçimi farklı farklıdır. Doğuda, batıda, güney ve kuzey ülkelerinde kadın örselenmektedir. Kapitalizmin merkezi olan ülkelerde metalaşan kadın, nefsin bir oyuncağı olarak örselenirken, cinsel bir meta olarak bayağılaştırılırken dünya savaşlarında, Batı dünyasında tecavüze uğrayan kadınların sayısı milyonlara ulaşmıştır. Batı’nın işgal ettiği ülkelerde bir savaş aygıtı olarak kullandığı yöntem tecavüzdür. Dünya savaşları sonrasında kurulan küresel organizasyon ve ahdi kurumların yasal ve vicdani oluşumları yeterli olmamış olacak ki, Batı’da ortaya çıkan ilk savaşta Bosna’da tecavüz ve kadına yönelik zulüm ve katliamlar bir savaş enstrümanı olarak Sırp Çetnikler ve onların arkasındaki güçler tarafından kullanılmıştır. Bugün Batı dünyasında ve onun sömürge bölgelerinde alçakça bir kapitalist sektörel varlık alanı olarak pornografi de kadına yönelik bir şiddet türüdür. Çocuk cinselliği ve benzeri sapkınlıklar da bu işin tahammülü zor sapkın halleri olarak Batı toplumlarında serbest bir durum olarak yayılmış ve kadına yönelik sefil bir şiddet halidir.

“KADININ ÖRSELENDİĞİ HER TOPLUM BATILDIR”

Doğu toplumlarında da cahillik ve vicdani esasların örselenmesi ile kadının yaşamdaki yeri sınırlandırılmış, toplumsal katılım ve üretim çeşitliliğinden çekilen kadın aile içi ve dışı şiddetin bir öğesi haline gelmiştir. Hiçbir örfi açıklama kadına yönelik şiddetin izahı olamaz. Kur’an’ın ve İslam’ın izzetli bir muhatabı olarak kadın, erkek egemen bir baskının kölesi olamaz zira bizzat Hz. Allah’ın muhatabıdır. Hz. Allah’ın muhatabı olan kadını ikincil bir hale getirmek ya da şiddetin muhatabı haline getirmek asla kabul edilmeyecek bir durumdur. Hikmetin kaynağı ve irfani olanla bağı kopan her toplum cehuldur. Cahil olan her toplum yanlış yapar ve günah işler. Bu günahlardan onları kurtaracak yegâne ölçü, hikmet ve Kur’an’dır. Bugün bozulan her toplum Allah ile bağını kopardığı ve ilahi ölçüye muarız kaldığı için bozulmuştur. Bunun yerine konulan her ölçü eksik ve batıl olur. Kadının toplumsal yaşamdan dışlandığı, niteliksiz hale getirildiği, eğitim ve katılımın dışına itildiği, şiddet ve örselenmenin muhatabı kılındığı her düzen batıldır.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, ‘BÖLEN, AYRIŞTIRAN VE PARÇALAYAN BİR METİN’

İstanbul Sözleşmesi bizim ülkemizde de var olan bir yapısal sorun olarak kadına şiddet konusuna yönelik bir metin görünümündedir. Bu konuda yaşadığımız sorunların ve küresel propagandanın da etkisi ile Dışişleri Bakanlığı tarafından imzalanan bir metin olarak ülkemiz kurumlarının ve politika yapıcılarının önüne kadın konusunda olmuş bitmiş bir metin olarak sunulmuştur. Etrafında ortaya çıkan tartışmalar ve cümle arasındaki boşluklarla ve toplum olarak hazır olmadığımız ve tolere edemeyeceğimiz boyutları sıkıntılı bir metin olduğu ortadadır. Örfi, toplumsal uyumu ve ontolojik uyumu göz ardı edilerek hazırlanmış metin birbiri ile yakın ilişki içinde olan kavram ve olguları parçalayarak ele alan, çözüme yöneldiği iddiasının yanında bölen, ayrıştıran ve parçalayan bir metindir.

SÖZLEŞME METNİ BATILI KODLARI TAŞIYOR

İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik temel eleştirilerimiz şunlardır. Sözleşme, uluslararası bir metin olarak Dışişleri Bakanlığı tarafından imza altına alınmıştır. Bu süreçte metne yönelik katkı yapılıp yapılmadığı, şerh konup konmadığı yönünde bir bilgi yoktur. Yurt dışı kaynaklı bir metin olarak imal aşamasında tartışılarak kabul edilebilir evrensel ve milli kriterlere uygun hale getirilmesi gerekli olan metnin dayatılmış ya da yeterince çalışılmamış bir metin görüntüsü mevcuttur. Sözleşme metni Batılı kültürel kodlar taşımaktadır. Kadına şiddet gibi hiç kimsenin itiraz edemeyeceği tematik bir odağın içine ustaca yerleştirilmiştir. Batı’da niteliğini yitiren aile, dayanışma, örfi ve aile içi sorumluluklar gibi temel boyutlar görmezden gelinmiştir. Kadına şiddet konusu ele alınırken aile görmezden gelinerek aileyi yüceltmeye yönelik bir dil tercih edilmeyerek kadın yalnızlaştırılmıştır.  Batı dünyasında kapitalizmin ve onun ideolojik kardeşi sosyalizmin insan hikâyesi oldukça kriminal bir görünümdedir. Kapitalist üretim döngüsünün en büyük mağduru kadınlar olmuştur. İngiliz ve Fransız fabrikalarında kuralsız ve sınırsızca çalıştırılan Batı kadını eşit işe eşit maaş mücadelesi neticesinde ideolojik bir söylem olarak feminizmi var etmiştir. Yükselen burjuva sınıfının fabrika ve yaşamdaki kölesi kadınlar ne kadar çözümü devrimde bulsalar da kolhozlarda ve komünlerde işçi olarak daha trajik bir sona savrulmuşlardır. Bu metni kaleme alan Batı toplumlarının zihinsel altlığı ve psikoanalitiği bu şekilde sorunludur. Tüm dünyayı kendisi gibi algılayan Batı yaklaşımının kadın konusundaki önerileri sorunludur.

“AB ÜLKELERİ NEDEN SÖZLEŞMEYİ İMZALAMADI”

Metne imza atan ülkeler dikkatle incelendiğinde AB Konseyi’nde bulunan bazı ülkelerin imzalarının eksik olduğu görülecektir. AB ülkelerinin tamamı bu metne niçin imza atmamıştır, özellikle dindarlığı (Vatikan, Slav kiliseleri vs.) ile öne çıkan bazı ülkelerin imzaları niçin yoktur? Metnin kadına şiddet meselesini dar boyutu ile ele aldığı görülmektedir. Özellikle kavramsal olarak imza altına alınan bazı ifadelerin içini doldurmak oldukça zor görünmektedir. Yasalarımız, din ve örfümüze uygun olmayan evlilik dışı partnerlik gibi ne olduğu bilinmeyen bir kavram hukukileştirilerek milli mevzuata sokulmuştur. Metnin içinde yer alan ve oldukça geniş bir anlam içeren fıtrat, yaradılış ve insani sınırları zorlayan ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ kavramını hukukileştirmiştir. Özellikle bu kavram etrafında ortaya çıkan yeni politik, toplumsal uygulamalar şimdiden önemli sorunların kaynağı olmaktadır. Yaradılış ve fıtrat kökenli cinsel kimliğin tartışmaya açılması ve üçüncü cinsel tercihi ve cinsiyet kimliğindeki sapmaları meşru gören bir yaklaşım bu kavramla legal hale gelmiştir.

“‘TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ’ KAVRAMINI KAMUFLE EDEREK HUKUKİ MEŞRUİYET KAZANDIRMAKTA”

Belli çevreler cinsiyeti ikiye ayırmaktadırlar. Onlara göre bir doğuştan getirdiğimiz biyolojik cinsiyet, bir de sonradan kazandığımız cinsiyet vardır. Sonradan kazanılan cinsiyete toplumsal cinsiyet denilmektedir. Kadınla erkeğin rol ve davranışlarının sebebi fıtri ve doğuştan değildir. Yaradılış formu ve fıtrat, insanın cinsiyet kimliği üzerinde etkili ve belirleyici değildir şeklinde bir yaklaşım radikal feministler eliyle dayatılmaktadır. Bu nedenle kadınlık ve erkeklik davranışları yeniden kurgulanıp değiştirilebilir. Kadınlara bugün bildiğimiz geleneksel anlamdaki erkeklik rolleri, erkeklere de kadınlık rolleri yüklenebilir, şeklinde bir yaklaşım vardır. Bu yaklaşım kısaca ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ olarak tanımlanmaktadır.

“YIKIM PROJESİ”

Ülkemizde yaşanan her türlü sorunun mahalli kaynakları bir bütünlük içinde aranmalıdır. Sahip olduğumuz dini, örfi, hukuki kaynak ve imkânlar bir sentez bütünlüğü içinde seferber edilmelidir. Din, örf ve aile milletimizin sahip olduğu en güçlü toplumsal kurumlardır. Şiddet dâhil her türlü toplumsal sorunlarımızda bu üç kurum en kritik katkıları sunacaktır. Bu öğeleri içermeyen İstanbul Sözleşmesi bizim için uygun bir politik metin değildir. Oluşturduğu travmalar, paradigmatik ve ideolojik handikapları yanında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği olarak dayattığı modelle bir yıkım projesidir.

“CİNSİYET EŞİTLİĞİ, DİNİ AYIRIMCI OLARAK GÖRÜYOR”

Ayrımcılık, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” yaklaşımını benimseyen yapıların en fazla kullandıkları gerekçedir. Fakat ayrımcılık kavramını kullanırken dini ve örfi bağlam düşmanlaştırılarak kurgulanırken modern kapitalist hayatın var ettiği ayrımcı dinamikler görmezden gelinmektedir. “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” savunucuları, ayrımcılığın temel kaynağı olarak dini görmektedir. Din ve ilahi kitaplar kadın ve erkeğe roller, sınırlılıklar ve vazifeler tanımlamaktadır ve bu boyutuyla ayrımcılığın temel kaynağıdır. Kadına şiddet üzerinden kategorik tasnifler yapan İstanbul Sözleşmesi TCE tarafından düşman ilan edilen dini, irfani alanı kadın şiddetinin müsebbibi olarak görmektedir. TCE kavramsallaştırmasının olduğu yerde din ve irfaniliği aynı anda olması mümkün değildir. TCE’nin kavgalı olduğu kurumlardan birisi de ailedir. Çünkü aile, onlara göre erkek egemen kültürün devamını sağlayan ataerkil bir kurumdur. Erkeğin ve kadının fiziki ve sosyal rollerinden teşekkül eden aile, kadınlık ve erkeklik rollerini beslemekte ve ayrıca yeni roller bahşetmektedir. Burada sosyalizmin ve kapitalizmin de aile ile olan kavgalı yapısı hatırlanmalıdır. Aile, ilahi tüm kitapların ve dinlerin insanın fıtrat düzenini, ahenkli ve mutedil yaşamının devamını gördükleri bir yapıdır. “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” yaklaşımı aileyi bu özellikleri sebebiyle şiddetin yapısal kaynağı olarak ele almaktadır. İstanbul Sözleşmesi de buradan mülhem olarak şiddetin ortadan kalkmasına yönelik öneri ve modellerinde aileyi bir çözüm noktası olarak görmemektedir. Kadına şiddet olgusunda kadını yalnızlaştırarak ve kadın dışındaki herkesi şiddetin kaynağı görerek öneriler ortaya koymaktadır.