Dış siyasetin ne bayramı var ne seyranı
Muhafazakâr-milliyetçi alaşımın kısa tarihi, imkân ve kapasite olduğunda öteki coğrafyalar üzerinde ne denli ihtiraslı olabileceğini göstermeye yetti. Kendi rüyası başkalarının kâbusuna denk geliyor.
by Fehim TaştekinKorona salgını müdahaleci dış politikanın seyrinde bir duraksamaya yol açmadı. Ramazan’ın yüzü suyu hürmetine beklenen sükûnet de çatlak dudaklar arasında kaldı.
Suriye, Libya ve Irak başta olmak üzere dış ilişkiler ağında bayramdan önce durum neyse bayramdan sonra da belalar yumağı çer çöp toplamaya devam edecek.
Muhafazakâr-milliyetçi alaşımın kısa tarihi, imkân ve kapasite olduğunda öteki coğrafyalar üzerinde ne denli ihtiraslı olabileceğini göstermeye yetti. Kendi rüyası başkalarının kâbusuna denk geliyor. ‘Ulusal çıkar’ bezemesiyle kendine dokunulmazlık kazandırıyor. Buna bir de içeride büzüldükçe dışarıda balon yapan bir ‘kudretli ülke’ söylemi eşlik ediyor. Dümeni kırmış bir yönelim; nereye varır, nereye vurur, bilinmez.
***
Gündem kendini tekrarlıyor ancak yaza girerken pek çok yerde hararetin artacağına dair emareler geliyor.
Libya meselesi sıcak mı sıcak. BAE, Mısır, Rusya ve Fransa destekli Halife Hafter’in Trablus’u düşürme planları Türkiye’nin dengeleri değiştiren müdahalesi ve son olarak Vatiyye Üssü’nün el değiştirmesiyle şimdilik bertaraf edildi. Trablus’ta IŞİD bayraklarıyla kutlama yapanlar bu zaferin kılçıklı detayları. Bahse konu olmaz tabii; balık güzelse kılçığın ne önemi var! İslamcılarla kanlı bir sayfa kapatmış Cezayir ya da siyasal İslamcı Nahda ile zar zor denge kurmuş Tunus gibi komşu ülkelerde siyasi aktörler, Türkiye’nin kanatlandırdığı İslamcı ilerleyişi dikkatle izliyor. Endişelenmek için sebepleri var.
Her iki taraf da görülmemiş bir müdahale biçimine imza atıyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre Türkiye’nin Suriye’den Libya’ya taşıdığı paralı asker sayısı 10 bin 100’ü buldu. Sırada eğitime alınmış 3 bin 400 kişi daha var. Bunların nasıl suç makinelerine dönüştüğünü Afrin gibi yerlerden biliyoruz. Aynı sicil Libya’da şimdiden işlemeye başladı. “Türkiye’nin ulusal çıkarları” söylemiyle maskelenen hırslar için milisler Suriye’den sonra Libya’nın da başına bela ediliyor.
Üstelik süreç vekâlet savaşından doğrudan devletleri içine çeken bir yöne kayıyor. Her şeyden önce Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun daha da geriletilmesi, Türkiye’nin daha fazla savaşa müdahil olmasını gerektiriyor. Başarı garantisi yok ama Libya’nın bölünme riski çok.
Hafter’in iki önemli destekçisi BAE ve Mısır’ın da geri adım atmaya niyeti yok. Hafter güçleri yaşadıkları bozguna rağmen bayramdan sonrası için ‘cehennem’ vaat etti. Rusya’nın da hem siyasi hem askeri yoldan ağırlığını artıracağı öngörülüyor. Özel savaş şirketi Wagner ile Hafter’in ateş gücünü artıran Rusya’nın, Suriye’den bu cepheye milis taşımanın yanı sıra Vatiyye bozgunu sonrasında Hmeymim Üssü’ndeki iki Su-24 ve altı MiG-29 jetini Libya’ya kaydırdığı söyleniyor. Suriye krizi her açıdan Libya’da klonlanıyor.
Bu takviyeler neyi değiştirir bilmiyoruz ama tarafların masada elini güçlü kılmak için sahada şiddetini artıracağını söyleyebiliriz.
Libya dosyası bir şekilde sahadan masaya çekilmezse artık devletlerin doğrudan hesaplaştığı başka bir evreyi konuşuyor olacağız. Ve sonra bölünme senaryolarını…
***
Müzakere masasını mümkün kılmayan askeri bir maceranın mevzi kazanması tek başına bir şey ifade etmiyor. Malum Libya’ya 2012’den beri süren müdahale “Mavi Vatan” diye ülküleştirilen Doğu Akdeniz’deki enerji ve deniz yetki sınırları kavgasıyla ilişkilendirilerek ulusal çıkar meselesine dönüştürüldü. Bu stratejinin başarısı Türkiye’nin Trablus’taki güçleri mutlak zafere götürme ya da masada pazarlık edebilecek konuma gelinmesine bağlı. Ama Türkiye sonuç alabileceği bir pozisyondan hâlâ çok uzakta. Üstelik artan askeri maceralar, bölgesel ve uluslararası kamplaşmaları Türkiye’yi ‘yalnız kurt’ durumuna düşürecek şekilde büyütüyor.
Bu hengâme içinde Libya’nın yanına bir de İsrail’i ekleyerek Doğu Akdeniz’deki dengeyi lehe çevirmeyi umuyorlar. Tel Aviv’den Yunanistan, Mısır, Kıbrıs Cumhuriyeti ile yakaladığı ortaklığı sonuç garantisi olmayan bir teklif için yakmasını bekliyorlar. Bahse girmeye bile değmeyecek hesap.
***
Bu arada şantaj ve rehine taktikleriyle ilişkilerin çirkinleştiği AB’ye de sıcak mesajlar veriliyor. Doğu Akdeniz ve Libya’nın AB’yle ilişkilere bindirdiği ilave gerilimler ortada. Bu gerilimi emecek bir diplomasi kanalı açmayı başaramazken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hukuk, demokrasi ve temel haklara dair ürkütücü bir sicille Avrupa’ya sesleniyor: Hedefimiz AB’ye tam üyelik.
Korona salgınına karşı uydurdukları başarı hikayesiyle Avrupa’ya “Bana muhtaçsın” diyen bir sesleniş! Yeni bir başlangıç için nabız yoklanıyor; ne samimi ne de gerçekçi.
***
Korona fırsatçılığıyla ilişkilerde ‘reset’ arayışı Washington hattında da kendini gösteriyor.
Amerikan çıkarlarına bu kadar hizmet edip de ABD’yle bir sürü dosyada papaz olmak müstesna bir mahareti gerektiriyor. Salgını gerekçe gösterip S-400’lerin devreye sokulmasını ertelemek uyanıkça bir hamleydi. Bununla yumuşatıcı bir ortam yaratıldı. Bu sayede kasımda yapılacak seçime kadar yakıcı dosyalar rafta tutulabilir. İster Demokratlar ister Cumhuriyetçiler kazansın seçimden sonra da bu dosyalar Demokles’in Kılıcı gibi sallanmaya devam edecek. Bunlar kıymetli bir ortağı ‘hizaya sokma’ araçları olarak pek kullanışlı.
***
Suriye’de ise Rusya ile gerilimi düşürme mutabakatı uzatmalara oynuyor. Anlaşma gereği M-4 otoyolunu açma denemeleri 15 Mart’tan beri tekrarlanıyor. Her şey karşılıklı krizi ötelemeye ayarlı. Terör örgütlerini elimine etme hedefine sıra gelmedi bile. Bundan kaçırmak için Heyet Tahrir el Şam ve benzerlerini ‘ılımlılaştırma’ ve Türk ordusuna ortak etme ameliyesine giriştiler. Bir cebelleşme halidir sürüyor. Ciddi bir çatışma potansiyeli barındıran İdlib, Türk-Rus ilişkileri için saatli bomba olarak tik-tak ediyor.
Kürt cephesinde de barıştan yana umut yok. Fırat ile Dicle arasında hiç kimse yarın sabah neye uyanacağını bilmiyor. Sınırın altı ve üstünü rahatlatacak bir Kürt açılımına dair en ufak iyi niyet gösterisi de yok.
Dicle’nin doğusundan Kandil’e kadar da Türk ordusu ve MİT oldukça aktif. Kürdistan hattında “vurur, ezer, geçeriz” ezberi tekrarlanıyor.
Irak’ta hükümet değişti ama Bağdat-Ankara arasında bir masaya inen bir rafa kalkan sorunlar olduğu gibi duruyor. Kurak günler yaklaşırken su krizi yeniden yorucu bir mesele halini alacak.
***
Velhasıl yeni başlangıçlardan anladıkları, bozuk saati bir tur daha attıracak fırsatlar yakalamaktan öteye geçmiyor. Bir de döviz darboğazında ülke ülke dolaşıp SWAP pazarlığı yaparken büyüklük taslıyorlar ya artık buna da yetişecek kelime kalmıyor dağarcıkta.