Vizyonda bu hafta: Aşk Tesadüfleri Sever 2, Eltilerin Savaşı, Sefiller, Honeyland | 31 Ocak 2020
Ayşe Lebin Katı'nın sunduğu 'Ve Kayıt' vizyondaki filmlere farklı bir pencereden bakmaya devam ediyor. İşte Ocak'ın son haftası vizyona giren sinema filmleri...
'Ve Kayıt'ın tüm bölümlerini izlemek için TIKLAYINIZ
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2
Yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı Aşk Tesadüfleri Sever fiyakalı oyuncularından mıdır nedir çok da iyi bir film olmamasına karşın hepimizin hatırasında güzel yer etmiş bir filmdi. Çocuklukları ve gençliklerinde yolları Ankara'da kesişen ve 2010 yılında İstanbul'da tekrar karşılaşan Özgür ve Deniz'in hikayesinin anlatıldığı bu film, ne delikanlıları harman etti ne genç kızları kıpkırmızı gözlerle gezdirdi. Dolayısıyla hepimizin aklında efsanevi bir Aşk Tesadüfleri Sever imajı vardı. Ta ki bu filme kadar. Bir film tuttuysa 2.sini yapmak adettendir onu biliyoruz ama bu devam filmi biraz geç biraz da alakasız bir yerden geldi. Fragmanından ilk filmdeki karakterle bağlantılı olup olmadığını anlamadığım Aşk Tesadüfleri Sever 2 görünüşe göre yine geçmişte kalmış bir aşk hikayesini anlatıyor. İki farklı dönemde geçen ve gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan filmde, geçmiş ile günümüzün ilişkileri karşılaştırılıyor. Her ne kadar ilk filmin açtığı yoldan ilerlese de Aşk Tesadüfleri Sever 2 pek de ümit vaad etmiyor açıkçası .
ELTİLERİN SAVAŞI
Eltilerin Savaşı aynı aileye giden Gizem ve Sultan’ın biricik olmak için verdiği mücadeleyi konu alıyor. İlk zamanlar sözlü atışmalarla başlayan rekabet zamanla içine eşlerin de katıldığı çetin bir savaşa dönüşüyor. Senaristlik ve oyunculuk serüvenine karakter komedilerinden ilerleyen Gupse Özay’ın –ki bunu çok başarılı bir oyuncu olmasına bağlayabiliriz- bu filminde de absürt ama bir o kadar tanıdık karakterler yer alıyor. Sonuçta hepimizin Instagram’ında bebeğinin diş buğdayında belki de 20.açıdan çekilmiş fotoğrafını şükür hastagıyle paylaşan bir tanıdığı var. Özay’ın bir önceki filminde kardeşini evleneceği kadınla paylaşamayan bir görümceyi izlerken bu kez daha underrated bir çatışmaya şahit oluyoruz.
TAVŞAN JOJO
2007 yılındaki ilk uzun metrajı Kartal Köpek Balığına Karşı’nun ardından 2014 yapımı Aylak Vampirler’le kendine has mizahıyla perdede bir üslup yaratan Taika Waititi, komedinin ayarlarıyla oynayıp kendine has bir kod yaratmaya devam ediyor. Wes Anderson’vari bir sinematografiye sahip Jojo Rabbit İkinci Dünya Savaşı bitmeden ve Almanlar yenilgiye uğramadan birkaç ay öncesine odaklanıyor. Filmin ana karakteri 10 yaşındaki Jojo, tüm hayalini “Ari ırkın kusursuz temsilcisi ve iyi bir Alman” olmak üzere kurmuş, hayalinde en iyi arkadaşını da Adolf Hitler yapmış olan bir Nazi aslına bakarsak. Annesinin evlerinde yahudi bir kızı gizlice sakladığını öğrenen Jojo’nun kafası karmakarışık olur. Zaten hayalindeki hayali arkadaşı Hitler de hiç de gerçeği gibi değildir.
HONEYLAND
Tamara Kotevska ile Ljubo Stefanov yaklaşık 15 dakikalık kısa bir belgesel film çekmek için Makedeonya’nın neredeyse terk edilmiş, suyu elektriği olmayan ücra bir dağ köyüne gittiklerinde, yatağa bağımlı 85 yaşındaki annesi Nazife ile tek odalı bir evde yaşayan, Avrupa’nın son kadın arıcısı Hatice Muratova ile karşılaşırlar. Geçimini arıcılıkla sağlayan bu kadının yaşamı onları öylesine etkiler ki, Hatice’nin öyküsünü uzun metrajlı bir film olarak çekmeye karar verirler. Üç yıl süren çekimlerin sonucunda ortaya çıkan 87 dakikalık belgesel, dünya çapında ilgi görür, başta 2019 Sundance Film Festivali Dünya Sineması Belgesel kategorisinde Jüri Büyük Ödülü dahil olmak üzere 31 uluslararası ödül kazanır. Hasta annesi ile birlikte yolu, elektriği ve suyu olmayan Balkanlarda dağlık bir bölgede yaşayan HatiCe Muratova eski dağcılık geleneklerini kullanarak yabani aracılık yapmaktadır. Ancak bunu yaparken arıların payını gözetmekten geri kalmıyor kendi deyimiyle her şeyin yarısını alıp diğer yarısını arılara bırakıyor, onlarla konuşuyor, şarkılar söylüyor. Ama köye göçebe arıcılıkla uğraşan Hüseyin ve kalabalık ailesinin gelmesiyle Hatice dünyasını koruma mücadelesi veriyor artık. Yönetmenlerimiz sağlam bir belgeselci bakış açısıyla, öyküyü anlatırken taraf tutmadan adeta kendini idame ettirebilen doğal yaşam tarzı ile, vahşi serbest pazar kapitalizminin alegorisini resmediyorlar. İzleyiciyi ilk karesinden itibaren içine alan, artık neredeyse yok olmakta olan bir yaşam tarzını heyecan verici görüntülerle anlatan bu eşsiz belgesel aynı zamanda 2 dalda Oscar adayı.
LES MİSERABLES
Adını aldığı Victor Hugo referansları kullanmaktan hiç sakınmayan filmin konusu ile şöyle: Paris banliyölerinden birinde suça karşı savaşan Suçla Mücadele Timi’nin yeni üyesi Stephanie, birliğin deneyimli üyeleri olan Chris ve Gwada çıktığı devriyede, mahalledeki çeteler arasındaki gerginliğin hızlıca yükseldiğini fark eder. Ekip, tutuklama yaptığı sırada olay kontrollerinden çıkar ve büyük bir kargaşa meydana gelir. Bu sırada yaşananlar onlar fark etmeden bir drone tarafından kaydedilir. Daha sonra ise Stephanie henüz içine girdiği bu karmaşanın içinde kendinin ve toplumun gereklerinin farkına varır.