Yazmasam olmazdı: Ekrem İmamoğlu’nun tatil meselesi

by
http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2019/12/levent-gultekin-imza-5.jpg

LEVENT GÜLTEKİN

acikcenk@gmail.com

@acikcenk 

Ülkede bir haftadır Ekrem İmamoğlu’nun tatil meselesi tartışılıyor.

Esasında bu konuya girmeyi düşünmüyordum.

Reklam

Fakat tartışmalarda çok önemli iki noktanın gözden kaçırıldığını düşündüğüm için yazmadan duramadım.  

Sorun sadece deprem anında tatile gitmesi olsaydı “Düşüncesizlik etmiş, yanlış yapmış” deyip geçiştirebilirdik. 

Fakat bu meselenin bana göre sorunlu iki yönü var. 

Reklam

Birincisi: 

Türkiye normal bir ülke olsaydı, yani demokrasisi ağır bir tehdit altında olmasaydı, bir ülkenin en temel direği sayılan hukuk yerle bir edilmemiş olsaydı, iktidar eliyle rejim değiştirilip baskıcı bir rejim inşa ediliyor olmasaydı, laiklik bütünüyle devre dışı bırakılmamış olsaydı, binlerce insan haksız, hukuksuz şekilde hapislerde çürütülüyor olmasaydı, yüz binlerce insan KHK ile açlığa, yoksulluğa mahkum edilmemiş olsaydı, her üç gençten biri işsiz, 40 milyon insan yoksulluk sınırı altında yaşamıyor olsaydı yani ülke ağır bir yıkımla karşı karşıya kalmamış olsaydı yukarıda da dediğim gibi “Basit bir hata” deyip geçerdik.  

Fakat ülkede durum normal değil. Rejim değişikliği nedeniyle ciddi bir tehdit altında. 

İmamoğlu tatil, konser gibi etkinliklerle ülkedeki bu durumun normal görülmesine, olup bitenin toplum tarafından kanıksanmasına, dahası gidişatın vahametinin kavranmasına engel oluyor ne yazık ki.

Şöyle düşünün: Evimizde büyük bir yangın var. Birkaç ay önce “Bu yangını söndüreceğiz, her şey güzel olacak” diyerek topluma umut aşılamış biri yangın devam ederken tatile gidiyor.

Bu durumda ne düşünürüz?

Ev yanarken, yangından insanlar zarar görürken “Ne var canım, gitsin tatilini yapsın, dinlensin, çocuklarına zaman ayırsın” diyebilir miyiz?

Tatil gibi tartışmaların ülkeye yaptığı en büyük kötülük yaşanan mevcut durumu normalleştirmesi ve meşrulaştırması. Yaşanan sorunun bir siyaset tarzı sorunu olarak görülmesine neden olması. 

Bir taraftan “Ülke büyük bir tehdit altında” deyip diğer taraftan tatile gitmek, bir taraftan “Ülke uçuruma sürükleniyor” deyip diğer taraftan normal bir ülkeymişiz gibi davranmak… Bir tuhaflık yok mu burada?

Biz gece gündüz topluma “Ülke büyük bir tehdit altında” demiyor muyuz?

Tek adam anlayışına dayalı, laikliğin bütünüyle yok edildiğini, baskıcı, totaliter bir rejim kurulduğunu ve bunun da ülke için büyük bir felaket olduğunu söylemiyor muyuz?

Felakete sürüklenirken eğlence pozları paylaşmak, ülke yıkıma sürüklenirken olup bitenler normalmiş gibi davranmak…

Bütün bunlar ne düşündürür insanlara? 

Ülkenin ciddi bir tehdit altında olduğuna dair sözümüze kim inanır?

Feryatlarımızın bir anlamı kalır mı? Sözümüzün bir ağırlığı olur mu? 

İnandırıcılığımızı kaybetmez miyiz?

İnsanlıktan çıkalım, ailemizi unutalım, yas bağlayalım demiyorum elbette ama biraz ciddi olmamız, ülke için duyduğumuz endişeyi yaşamımıza, hal ve hareketlerimize yansıtmamız gerekmiyor mu?

Bir diğer sorun ise Ekrem İmamoğlu’nun eleştiriler karşısında aldığı tutum.

Tatil meselesi ortaya çıktığında Ekrem İmamoğlu’nun etrafındaki insanlar şöyle dedi: “Uyardık, ‘Yapma’ dedik, fakat ‘Bu benim tarzım, ben tarzımı değiştirmem’ diyerek dinlemedi.”

Kendisine yöneltilen eleştirilere cevaben İmamoğlu mealen şöyle bir açıklama da yaptı: “Benim siyaset anlayışım bu. Ben farklıyım, halkımız buna alışacak.” 

Bu açıklama bize gösteriyor ki demokratik kültür konusunda ciddi bir eksiklik var.

Biz Erdoğan’ın kendi tarzını, anlayışını, yaklaşımını topluma dayatmasını, dahası kimsenin sözüne, itirazına, yaklaşımına kulak vermemesini eleştirmiyor muyuz?

Bir taraftan demokrasi, ortak akıl, itiraz kültürü gibi konularda mücadele ettiğimizi söyleyip diğer taraftan “Benim tarzım bu, alışırsınız” demek demokratik anlayışa yakışır mı?

Hele Ekrem bey gibi genç bir siyasetçiye hiç yakışmaz. 

Sadece bu da değil.

Ekrem bey bir de şöyle bir açıklama yaptı: “Çocuklarıma vakit ayırmam lazım. Hayat gelip geçiyor. Sekiz yaşındaki kızımın çocukluğunu ıskalayamam. O çocuğun ruhunda bu eksikliği yaşatan baba olmak istemem.” 

Böyle mi düşünüyor gerçekten?

Ekrem bey farkında mı bilmiyorum ama ülkede milyonlarca insan sekiz yaşındaki çocuğuna bir ayakkabı bile alamayacak durumda.

Milyonlarca baba çocuğunu bırakın tatile götürmeyi, yoksulluk nedeniyle onların yüzüne bakamaz durumda. 

Milyonlarca işsiz gencin ruhu büyük bir travma altında.

Milyonlarca insan tam da bu nedenle Ekrem İmamoğlu’nun şahsında muhalefete umut bağladı.

Yani kendi çocuğunun tatil hassasiyetini ona umut bağlayanların çocuğunun ekmek ihtiyacının önüne koyması bana göre fazlasıyla talihsiz bir açıklama.

Ekrem İmamoğlu sadece bir belediye başkanı değil.

Ülkedeki duruma dikkat çekip evine ekmek götüremeyen milyonlara, yıllardır işsizlikten bunalmış milyonlarca gence, ülkedeki adaletsizliğin pençesinde kıvranan yüzbinlerce insana, hapislerde haksız yere çürüyen aydınlara, yazarlara, kanaat önderlerine, ülke endişesiyle gözüne uyku girmeyen milyonlara “Her şey güzel olacak” diyerek bir umut vermemiş olsaydı, dahası o umudun sembol ismi haline gelmemiş olsaydı o zaman sadece kendi çocuğunun ruhundaki hassasiyeti düşünebilirdi. 

Fakat milyonlarca insan İmamoğlu şahsında oluşan o umuda bel bağladı. 

Milyonlarca çocuğun babası umudun sembol ismi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun da çabasıyla hayatın onlar için de güzel olmasını bekliyor.

Umudun sembolü olmuş bir isminin milyonlarca çocuğun ruhunu, huzurunu, mutluluğunu değil de kendi çocuğunun tatilini öncelikli dert olarak görmesi pek iç açıcı bir durum değil.

Siyasetçiye yakışan bu ülkedeki bütün çocukların ruhunu, hüznünü hesaba katmasıdır.

Çünkü sadece kendi çocuklarımız değil, bu ülkenin bütün çocukları bizim sorumluluğumuzda. 

Kimilerinin “Ne yapsın belediye başkanı olarak Ekrem bey mi çözsün bu sorunları?” dediğini duyar gibiyim. 

Yukarıda da dediğim gibi Ekrem bey sade bir belediye başkanı olsaydı bunları konuşmazdık. 

“Yaptığı hatalar kendini, partisini bağlar” deyip kenara çekilirdik.

Fakat öyle değil.

Ekrem İmamoğlu “Her şey güzel olacak” diyerek muhalefetin yaydığı umudun sembol ismi haline geldi.

Sonrasında da söz ve davranışlarıyla kendisine yüklenen bu anlamı sürdürmek istediğini gösterdi. 

Bu nedenle “Bu sorunlarla Ekrem İmamoğlu’nun ne alakası var” diyemeyiz.  

Kaldı ki sadece İmamoğlu’nun değil gidişattan şikayet eden hepimizin alakası var bu sorunlarla. 

Diğer taraftan yüzlerce aydın, yazar hapis tehdidine rağmen hiçbir çıkar gözetmeden yazmaktan, konuşmaktan geri durmuyor. Kapı kapı dolaşıp ülkenin sürüklendiği felaketi topluma anlatmaya çalışan binlerce isimsiz kahraman var.

Yüzlerce insan hapislerde ağır bedel ödüyor. 

Milyonlarca insan gelinen durumun ekonomik faturasının yükü altında eziliyor. 

Ülkede sefil bir din anlayışına dayalı bir rejime tesis ediliyor.  

Hal buyken oluşan, diri tutulmaya çalışılan bir umut var.

Ne Ekrem İmamoğlu’nun ne de bir başkasının bu umudu kendi kişisel mutluluğu için heba etmeye hakkı var. 

Bilmem anlatabildim mi?