Krizin artçıları kimleri salladı?
by Azime AcarAZİME ACAR
azimeacar@medyafobi.com
Kriz iletişiminde itibarınız tehdit altındayken ne yapmak gerekir?
Sessiz mi kalmalı?
Reklam
Israrcı bir dille savunmaya mı geçmeli?
Yoksa bir özür dileyip pişmanlık mı dile getirmeli?
Biz vakaları anlatalım, soruların yanıtları beraberinde gelsin.
Reklam
Elazığ’da 24 Ocak akşamı saat 20.55’te yaşanan 6.8 büyüklüğündeki deprem haberinden dakikalar sonra, Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın “2868’e SMS yollayın, 10 lira katkıda bulunun. Dilediğiniz kadar gönderebilirsiniz. Gün dayanışma günü” çağrısı Twitter’a düşer.
Henüz neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, ilk akla gelenin para toplamak olmasına tepkiler yükselir. Bunlardan birisi de P&G’nin markalarından Fairy’in reklam yüzü sanatçı Berna Laçin’dir.
Laçin, “Biz her şeyimizi verelim o ayrı, ama neden hala deprem anı ilk akla gelen para toplamak? Onca toplanan deprem vergisine n’oldu?” diye sorar.
Laçin’le birlikte bu soruyu soran 60 kişi hakkında soruşturma açılır, ‘provokatif sosyal medya paylaşımları’ yapmakla suçlanır. Ve Fairy için boykot çağrısı başlatılır.
İki boykot ateşi arasında
Kızılay başkanı tweet’ini, P&G ise Laçin’in sosyal medya hesaplarındaki izini hızla siler. Ardından, şirketin Laçin’le sözleşmesini iptal ettiği haberi hızla yayılır. Ancak, bu kez Berna Laçin’e hak verenler P&G’nin tüm ürünleri için boykot çağrısı yapar.
Laçin, Twitter üzerinden ‘Avrupa’da turnede olduğunu, Fairy’den kendisine iletilmiş bir fesih durumu olmadığını, görüşmelerinde de gündeme gelmediğini’ yazar.
“Hangi boykot etkili olur”, “P&G ve Fairy, bundan ne kadar etkilenir” soruları akıllarda dolaşırken, iki boykot ateşi altında kalan marka sessizliğe gömülür.
Depremle sarsılan itibar
İletişim cephesinde Elazığ depreminin yol açtığı bir başka sarsıntı Ekrem İmamoğlu ile yaşanır.
Her depremde endişeleri tetiklenen İstanbul’un belediye başkanı, deprem gecesi hemen harekete geçer, yardım malzemeleri ve ekibiyle birlikte ertesi gün Elazığ’dadır.
Gece Elazığ’da kalır ve ertesi gün Erzurum Palandöken’de sömestr tatilinde olan ailesine katılır, birlikte kayak yaparlar, poz poz fotoğrafları şu yorumla paylaşır: “Yarıyıl tatili nedeniyle çocuklarım ve eşim ile birlikte dünya güzeli Erzurum’u hissetmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Ülkemizin her köşesi başka bir değer, başka bir cennet. Türkiye kavgaların değil sevginin merkezi olmalı.”
Belki de en çok ‘mutluluk’ kelimesi okuyanları incitir, bölgedeki arama kurtarma çabalarından yansıyan hüzünlü görüntülerin üzerine düşen mutluluk pozları onu sevenlerde bir burukluk yaratır ama o eleştirilere rağmen tatilini sürdürür.
‘Hata yok… Alışacaklar’
Gazetecilerin “Tepkilere karşı bir açıklamanız olacak mı?” sorusuna “Şu an biz spora çıkıyoruz. Yürümek gibi” diyerek seçiminin arkasında durur. Toplumun tarzına alışacağını söyler.
Elazığ’ın yorgunluğunu Erzurum’da kaldığı Sway Hotels’de ve kayakta atarken, İstanbul depremi için çalıştıklarını anlatır, “Bir gece Elazığ’da kaldık ve insanların orada nasıl kaygılı olduğunu hissettim” der demesine ama şiddetli bir sarsıntı yaratır.
İstanbul dönüşü Hürriyet gazetesinden Abdülkadir Selvi’ye verdiği demeçte de duruşunda ısrarcıdır. Özel hayat ve siyaset dengesine dikkat çeker: “Bir hata yok. Dört yüz günde çocuklarıma sekiz gün ayırdım, birincisi bu. İkincisi ailemin bütünüyle ilk defa bir üç gün geçirdim.”
Sosyal medyada ise başkanlığının ilk aylarında İstanbul’daki sel felaketinde Bodrum tatil fotoları hatırlatılır.
‘Hortumu ben tutmuyorum’
İmamoğlu’nun iş-aile dengesi yaklaşımı ve Erzurum güzellemesi, akıllara ülkesi yanarken Hawaii’de güneşin tadını çıkaran Avusturalya başbakanını düşürür.
Başbakan Scott Morrison, aralık sonlarında tatile çıkar ama önce tatilde olduğunu yalanlar, sonra yarıda kesip dönerken ‘çocuklarına verdiği sözü tutmak istediğini ve Avusturalyalıların bunu anlayacağını’ söyler.
Ayağının tozuyla zarar gören kasabalardan birine gider ama yorgun ve ise bulanmış itfaiye erleri ve umutsuz insanların yanında olmak yerine Hawaii tatilini tercih eden başbakanın tokalaşmak için uzattığı eli havada kalır.
Ve şu cümleler tokat gibi gelir:
En çok can acıtan ise yardım isteyen, ağlamaklı konuşan bir kadına sırtını dönerek yüzünde garip bir gülümser ifadeyle uzaklaşmasıdır.
Aslında, eylülde başlayan ve tüm ülkeyi aylarca saran yangın boyunca başbakanın duyarsızlığı çeşitli vesilelerle medyanın gündemine taşınır.
Kriket maçını izlerken stadyumdan fotoğraf paylaşır, altına ‘yangın kurbanları için dua ettiğini’ yazar ve şunu ekler: “Çok güzel bir kriket sezonu olacak. Bizim çocuklar yangın kurbanlarına ve itfaiyecilerimize onları sevindirecek güzel bir sonuç verecek.”
Havai fişek gösterisine katılır. Kriket takımlarını cömert sofralarda ağırlar.
Empati yoksunluğunun en çarpıcı örneği, Sydney Radyo 2G’ye verdiği demeçte kurduğu şu cümledir: “Dostum hortum tutmuyorum, kontrol odasında oturmuyorum.”
Önemsediğinizi gösterin
Protesto gösterileriyle sokaklar sarsılırken, 12 Ocak’ta, ABC televizyonuna konuşan Morrison, kriz yönetiminde yetersiz kaldığını kabul eder, tatile gitmeseydi ‘sahadaki bazı gelişmeleri çok daha iyi yönetebileceğini’ itiraf eder.
Bu itiraf geldiğinde bilanço şudur; 28 ölüm, binlerce kül olmuş ev, milyonlarca telef olmuş hayvan.
Kıssadan hisse…
Krizde her zamanki işlerinizi iptal edin, önemsediğinizi gösterin.
Sözlü olmayan iletişimin gücünü unutmayın. Sevgi, şefkat, empati gösterin. Sanki bütün bunlar çok sevdiğiniz birinin başına gelmiş gibi hissedin ve davranın.
Dua ve sabır dilemekle yetinmeyin, eylemlerinizle de gösterin. Tıpkı Yeni Zelenda Başbakanı Jacinda Ardern gibi.
Bir krizin zarafet ve cesaretle nasıl yönetildiğini merak ederseniz ‘Bir kriz haysiyet, zarafet ve cesaretle nasıl yönetildi?’ incelemesini okumanızı öneririm.
Unutmayın, etkili liderlik sadece bir bakış, bir duruş, bir fotoğraf karesi değildir, insanlar kalbinizden gelip gelmediğini hemen anlar.