Babacan niçin Erdoğan’ı doğrudan hedef almıyor? Almalı mı?
by Levent GültekinLEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
Ali Babacan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun parti kurma hazırlıkları sürüyor.
Her iki siyasetçinin de ay sonuna kadar partilerini kuracağı ve siyaset arenasına çıkacağı söyleniyor.
Reklam
Ahmet Davutoğlu daha çok muhafazakar mahalleye yönelik “Erdoğan yanlış yaptı, haktan hukuktan, adaletten uzaklaştı, esas sorunun kaynağı Erdoğan” diyerek doğrudan Erdoğan’ı hedef alan bir siyaset anlayışını benimserken Babacan daha farklı bir yol izliyor.
Son katıldığı TV programında yaptığı açıklamalar gösteriyor ki Babacan bilinenin dışında bir siyaset anlayışı geliştirme çabası içinde.
Sorun olarak Erdoğan’ı değil ülkedeki siyaset anlayışını gösteriyor.
Reklam
Bir sistem krizinden bahsediyor.
Özellikle tek adama dayalı siyaset anlayışının neden olduğu tıkanıklıklara vurgu yapıyor.
Sorunlara dikkat çekip çözüm önerileri üzerinde yoğunlaşacağının ve bu minvalde siyaset yapacağının ipuçlarını veriyor.
Babacan’ın Erdoğan’ı doğrudan hedef almaması, onunla açıktan bir kavgaya girmemesi, dahası Erdoğan’ın şahsına yönelik sert eleştirilerde bulunmaması…
Bütün bunlar kimi çevrelerde çekingenlik, temkinli siyaset hatta cesaret eksikliği olarak yorumlanıyor.
Hepimiz zaman zaman siyasetçilerden her alanda tek yetkili olan, ülkedeki gidişattan tek sorumlu olan Erdoğan’a karşı güçlü, net, sert cümleler kurmasını bekliyoruz.
Erdoğan’ı hedef alan, ona laf sokan, haddini bildiren, onunla kavga eden, lafla onu yenecek bir muhalefet anlayışının en doğru siyaset olduğunu düşünüyoruz.
Çünkü bunun bir sonuç getireceğini sanıyoruz.
Dahası bu tarz bir siyaseti cesaretin bir kanıtı olarak görüyoruz.
Babacan böyle yapmadığı, kendince farklı bir siyaset anlayışı geliştirmeye çalıştığı için de genel olarak yetersiz, eksik ya da yanlış bir yöntem uyguladığı kanaatine varıyoruz.
Belki de biz yanılıyoruz.
Belki de Babacan’ınki daha doğru bir yaklaşım.
Çünkü yıllardır bütün muhalefet partileri Erdoğan ile kişisel mücadele yöntemini benimsedi.
Neredeyse bu minvalde söylenmemiş laf, edilmemiş cümle kalmadı.
Erdoğan’a yönelik eleştirilerin, ithamların, aleyhine bazı belgeleri ortalığa saçmanın hiçbir sonuç getirmediği tam tersine toplumdaki kutuplaşmayı daha da artırdığı ve bundan da Erdoğan’ın karlı çıktığı bilinen bir durum.
Denenmiş fakat sonuç getirmemiş bir yöntemi yeni bir parti kurma hazırlığındaki siyasetçiden beklemek eski alışkanlıklarımıza teslim olmak anlamına geliyor.
Ali Babacan’ın Erdoğan’la doğrudan kavgayı birinci öncelik yapmamasını anlamlı hatta mecbur kılan bana göre iki neden var.
Birincisi: Gerçekten de esas sorun Erdoğan’ın şahsı meselesi değil.
Ülkede gerçek sorun tek adam rejiminin kurulmuş olması ve neticesinde de bütün kurumların işlevini yitirmiş olması.
Siyaset zemininin yok edilmiş olması.
Toplumdaki kutuplaşma.
Liyakatin bütünü ile devre dışı bırakılmış olması.
Toplumda, sorunların çözümüne yönelik bir birlikteliğin, anlayışın, ortak duygunun tesis edilememiş olması.
Diğer taraftan bütün araştırmalar bize gösteriyor ki toplum kavgacı siyasetten bıktı.
Horoz dövüşü tarzı bir anlayışla birbirine laf sokan, birbirine üstün gelmeye çalışan, birbirinin açığını ortaya çıkarmayı marifet sayan böyle yaparken de ülkedeki esas sorunların tartışılmasının dahası vahim tablonun net olarak görülmesinin önüne geçen bu siyaset anlayışı artık ikrah ettirdi.
İnsanlar yoksullukla ve işsizlikle boğuşurken, bağımsız yargı bütünüyle rafa kaldırılmış, haksızlıklar, hukuksuzluklar ayyuka çıkmışken siyaseti kişiler üzerinden sürdürmek bu sorunların konuşulmasının da önüne geçiyor.
Toplumda güven duygusu oluşturmak, farklı kesimlere ulaşıp endişeye ortak etmek dahası sorunlara çözüm üretmek de imkansız hale geliyor.
Türkiye’nin yeni bir siyaset anlayışına, çözüm odaklı yeni bir yaklaşıma, kavgadan uzak yüzünü bütünüyle topluma dönmüş, toplumla konuşmayı, anlaşmayı, sorunların çözümüne ortak etmeyi amaçlayan bir siyaset anlayışına ihtiyacı var.
Yani Erdoğan ile didişmeyi, kavga etmeyi, ona laf sokmayı araç edinmiş bir muhalefet anlayışıyla bir yere varamıyoruz.
Türkiye bunu defalarca tecrübe etti.
Bu nedenle yıllardır denenen fakat hiçbir sonuç getirmeyen bir yöntemin aynısını parti kurma hazırlığındaki başka bir siyasetçiden de beklemek bana göre pek sağlıklı bir yaklaşım değil.
Kanaatime göre zor olan Erdoğan ile kavga etmek değil, sorunlara çözüm üretip toplumun dikkatini çekebilmek.
Cesaret Erdoğan’a laf sokmak, en ağdalı cümlelerle ona haddini bildirmek değil, tam tersine onun gündemine teslim olmadan gerçek gündemi konu edecek siyaset üretebilmek.
Kayıkçı kavgalarına teslim olmadan sahici, net çözümler üretmek bunu da topluma ulaştıracak bir politikayı geliştirebilmek.
Dahası herkesin özellikle de medyanın horoz dövüşü türü siyasete prim verdiği bir dönemde farklı bir yol tutturabilmek.
Babacan’ın Erdoğan’ı direkt hedef alan bir siyaset anlayışından uzak durmasını mecburi kılan birinci neden bu.
Bir diğer nedeni ise şu: Babacan toplumun bütün kesimlerine hitap edecek bir siyaset anlayışı geliştirmek istese de esas önemli olan AK Parti tabanıyla diyalog kurabilmesi.
Hal buyken AK Parti tabanına ülkenin içinde bulunduğu gerçek durumu anlatmak, güven duygusu oluşturmak isteyen bir siyasetçi bu amacına Erdoğan ile kavga ederek varamaz.
Erdoğan’ı doğrudan hedef alan sözler AK Parti tabanında Erdoğan’a yönelik eleştirilerin de göz ardı edilmesine neden oluyor.
Tam da bundan dolayı Babacan’ın bu tür siyaset anlayışına yönelmemesi gerekiyor.
Babacan’a “Niçin doğrudan Erdoğan’ı hedef almıyorsun?” demek esas amacı göz ardı etmektir.
Peki Babacan benimsediği bu yöntemle başarılı olabilir mi?
Bu konuda kesin bir şey söyleyecek durumda değiliz.
Ama bildiğimiz bir gerçek var ki o da kavgacı, çatışmacı, kişiselleştirilmiş siyaset bir sonuç getirmiyor. Dahası sorunların konuşulmasını engelliyor. Gerçek tabloyu gölgede bırakıyor.
Bu yüzden yeni bir siyaset anlayışına, yöntemine, üslubuna ihtiyaç var.
Bildiğimiz, kanıksadığımız siyaset anlayışına uymuyor diye ‘yanlış’, ‘eksik’, ‘cesaret yoksunluğu’ diyerek bu çabayı engellemek doğru değil.
Dahası bunun korkaklık değil, muhtemelen bilinçli bir tercih olabileceğini de hesaba katmalıyız.