Barış elçisi Elworthy: Türkiye mültecilere yaklaşımda örnek, beş büyükler ikiyüzlü

ECE ZEREN AYDINOĞLU

ecezerenaydinoglu@gmail.com / @ZerenEce1

Göç, son yıllarda tüm dünyanın konuştuğu, çözüm üretmeye çalıştığı konuların başında geliyor. Savaş, iklim değişiklikleri, işsizlik, psikolojik ve sosyolojik sorunlar-farklılıklar göçün nedenlerinden bazıları.

Türkiye ve Avrupa’da Suriye iç savaşıyla beraber artan göç ve sığınmacıların zorlu hayatı sürekli gündemde. Onlarca sivil toplum kuruluşu, hükümetler ve hatta bireyle bu konuya çözüm üretmek için çaba sarf ediyor. İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda 27-28 Kasım tarihlerinde yapılan 10. Boğaziçi Zirvesi’nin ikinci gününde bu konu tartışıldı.

Reklam

‘Zorunlu göçün küresel trendleri ve yeni dinamikleri’ konulu panelde, ‘Artan göçün devletler ve sivil toplum üzerindeki politik, sosyal ve ekonomik etkileri nelerdir? Sosyal uyumluluğu teşvik etmek için nasıl kamu yaklaşımını geliştiririz? Zorunlu toplu göçün asıl sebepleri nelerdir ve azaltmak için ne gibi önleyici uygulamalar yapılabilir?’ gibi sorulara yanıt arandı.

Moderatörlüğünü TRT World sunucusu Imran Garda’nın yaptığı panelin konuşmacıları sanatçı Halil Altındere, One Family’nin kurucusu Sharif Banna, barış elçisi Scillia Elworthy, astronot ve aktivist Muhammed Ahmed Faris, UNHCR Ülke Temsilcisi Katharina Lumpp, Saferefugerwanda kurucusu Marie Christine Nibagwire, International Crisis Group Proje Direktörü Nigar Göksel’di. Panelin açılış konuşmasını Maya Vakfı Başkanı Esra Özsüer ve Ürdün Senatosu Başkanı Faisal El Fayez yaptı.

Panelin ardından Elworthy, Maya Vakfı Genel Müdürü Dr. Jülide Ergin ve Altındere ile artan göçe karşı çalışmalarını ve birey olarak bizim bu aşamada yapmamız gerekenleri konuştuk.

Reklam

Elworthy: Bir ülke diğer ülkenin sorunlarını gerçekten anlamalı

http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2019/11/scilla-elworthy-credit-Darshana-Borges_1.jpg

S.E: İnsan olarak anlaşmazlığı çözmek için yapabileceğimiz ilk şey, aynı fikirde olmadığımız kişiyi dinlemek. Yani eğer bizim aramızda anlaşmazlık olsaydı sana ‘Bana yarım saatini ayırmak ister misin’ diye sorardım ve sen bizim anlaşmazlığımız hakkında konuşurken ben seni beş dakika boyunca dinlerdim. Ardından da neler söylediğini sana anlatırdım. Eğer söylediklerimden memnun kalırsan yer değiştirirdik. Bu sefer ben beş dakika boyunca konuşurdum, sen dinlerdin ve neler söylediğimi bana anlatırdın. Bu aşamada ‘Ben haklıyım o haksız’dan buraya (kalbini işaret ediyor) geçerdik. İki insan arasındaki anlaşmazlığı çözmenin yolu budur. Anlaşmazlık iki ülke arasında olduğunda da fikir aynıdır fakat daha resmidir. Yani bir ülke diğer ülkenin sorunlarını gerçekten anlamalıdır.

Dr. S.E: En temelden başlayarak anlatmak gerekirse: İnsanlara barışı dayatmak çok zordur, çünkü insanları barışçıl yapamazsınız fakat insanları saldırgan yapabilirsiniz. Bu yüzden insanları barışçıl hale getirebilmek için silahlı şiddeti başlamadan bitiren tüm dünyadaki bütün yerel girişimleri teşvik etmelisiniz.

Ülkeler silah satmayı durdurmalı

Dr. S.E: Türkiye’nin göçmenlere davranışı çok sorumluluk sahibi. Dünyaya örnek teşkil ediyor. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi Britanya, ABD, Rusya, Çin ve Fransa’nın bu konuda iki yüzlü olduğunu düşünüyorum. İki yüzlüler çünkü onlar dünyanın en büyük silah tacirleri. Herkesten daha fazla silah satıyorlar ve bu bir problem. Çünkü eğer kolayca bir silaha sahip olabiliyorsan savaş çıkarabilmek de kolaydır. Bu yüzden benim ülkem Amerikalılar, Fransızlar, Çinliler, Ruslar şu anda silah satmayı bırakmalı.

Dr. S.E: Travma! Genellikle göçmenler şiddeti deneyimler. Özellikle çocuklar savaşı, patlamaları deneyimliyor. Ayrıca şunu gözardı etmemek gerekir ki her ne sebeple olursa olsun yaşadığın yerden kaçmak çok korkutucu bir şey. Çok büyük bir travma. Dolayısıyla bu insanları dinlemez ve travmalarını atlatmalarına yardım etmezsek sonunda hastalanacaklar, depresif olacaklar ya da saldırganlaşacaklar.

Ergin: Mültecilerle yapılan çalışmalarda Türkiye’nin son derece başarılı olduğu ortaya çıkıyor

http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2019/11/Diken-Julide-Ergin-2.jpg

Dr. J.E: Maya Vakfı’nın travma görmüş çocuklara psikososyal destek verirken sanat terapisi uygulayan bir yaklaşımı var. Çünkü çocuklarda yaşadıkları travmayı ifade etmenin en kolay yolu, herhangi bir aktiviteye katılmak. Bu, resim çizmek ya da oyun oynamak olabilir. Dolayısıyla bizim de sanatın iyileştirici gücünden ve ortak dilinden yararlanarak geliştirdiğimiz bir modelimiz var. Ayrım gözetmeksizin tüm dezavantajlı çocuklara ve çocuklara dokunan herkese ulaşmaya çalışıyoruz. Çocuğun ailesi, öğretmeni, bakıcısı ona dokunan kim varsa onlarla birlikte çalışıyoruz, yani ikinci travmalarla baş etmelerini sağlayan bir modelimiz var.

Dr. J.E: Aslında travmanın bir ayrımı yok. Herhangi bir çocukta yaşadığınız travma mültecilerde de aynı etkiyi yaratıyor. Savaş, afet, şiddet nedeniyle de olsa aslında tüm çocukların yaşadıkları şeyler ortak. Ortak bir travmaları var. En büyük sıkıntılardan biri bununla ilgili ayrımcılık söylemi. Bunun ayrımcı olmasından biz son derece sıkıntı duyuyoruz.

Dr. J.E: Kişilerin en temelde barınmaya, beslenmeye, sağlık hizmetlerinden yararlanmaya hakkı var. Herkes bunun sağlandığı bir ortamda olmak ister. Bugün Türkiye de dışarıya göç veren bir ülke. Nereden bakarsanız bakın, sosyokültürel düzeyi yüksek kesimden de giden gençler var. Sonuçta onlar da bir başka ülkeye gittiklerinde göçmen oluyor. Onların beklentisi neyse bizim ülkemize göç eden insanların beklentisi de bu. Türkiye’nin şöyle bir ayrıcalığı var: Ülkemiz dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan, kendi dezavantajlı nüfusu olan ve genç işsizliğin çok yüksek olduğu bir ülke. Böyle bir ülkeye bir de dışarıdan resmi rakamlarla 5 milyona yakın mülteci gelince sorunlar daha da artıyor. Elbette bu beklenen bir şey ama tüm bunları birlikte değerlendirdiğimizde özellikle mültecilerle yapılan çalışmalarda Türkiye’nin son derece başarılı olduğu ortaya çıkıyor, bu da bir gerçek.

Dr. J.E: Bir gün biz de bu duruma düşebiliriz. Bunu bilmek ve bunu içselleştirmek, karşıdaki kişiyle empati kurabilmek önemli. Sonuçta biz de iklim, savaş, ailede yaşadığımız sorunlar sebebiyle göç etmek zorunda kalabiliriz. Düşünün bir şehirden başka bir şehre gittiğinizde bile çok büyük sıkıntılar yaşıyorsunuz. Bugünkü panelde astronot ve aktivist Muhammed Ahmed Faris’in dediği çok önemli bir şey vardı: “Uzaydan dünyaya baktığınızda ülkeler arasında bir sınır yok.” Bence hepimizin birey olarak biraz daha evrensel, sınırları olmadan düşünmesi ve insan olduğunu bilmesi gerekiyor. Ayrımcılığın ortadan kaldırılması çok zor bir şey, belki de empati yeteneğimizi geliştirdikçe ötekileştirmeden biraz daha uzaklaşmaya çalıştıkça o bilinç yerleşir. Bir de sosyal uyum denen şey var. Sosyal uyum dendiğinde iki ülkenin birlikte ortaklaşa bir şeyler geliştirmesinden bahsediyoruz. Aksi türlü ev sahibi ülke için de göçmen için de çok zor bir süreç oluyor. Devletin de politikalarında buna dikkat etmesi lazım.

Altındere: Söz sahibi olmayan insanlara bir sahne yaratmak gibi…

http://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2019/11/Halil-Altindere_3.jpg

E.Z.A: Bu yıl, 58. Uluslararası Venedik Bienali’nde ‘göç’ kavramına değinen ‘Neverland’ isimli çalışmanızla yer aldınız. Bu bir bakıma ‘ulus temsili’ meselesini tartışmaya açmaktı. Biraz bundan bahseder misiniz?

H.A: Bir önceki olimpiyat oyunlarında madalya kazanan takım göçmenler takımıydı ve bu beni çok etkilemişti. Dünyada vatanı olmayan birilerinin altın madalya kazanması, aslında olmayan bir ülkenin altın madalya kazanması anlamına geliyordu. Sanatsal bir jest gibi… Ben de dünyada temsil edilmeyenleri, aynı zamanda göçmenleri de barındırabilecek bir pavyon üretmek istedim. Pavyonun görünüm olarak büyük ülkelerdeki mimari yapıların ortalamasını alan bir yapı olmasını istedik. Tek farkı sadece ön yüzeyini yapmış olmamızdı. Karşıdan baktığında bina ama yanına geldiğinizde olmayan bir bina. Bu da biraz sözde temsil, temsil edilememe durumunu anlatıyor. Söz sahibi olmayan insanlara bir sahne yaratmak gibi…

H.A: Sosyolojik ve politik durumlar o kadar güçlü ki bazen gerçek bir gazete haberi bir sanat eserinden çok daha etkili olabiliyor. Böyle durumlarda da sanatçının eli kolu bağlanabilir. Dolayısıyla sanatçının kendi pozisyonunu yaratırken doğru anı, doğru medyumu, doğru kişiyi seçmesi gerekiyor. Ancak o zaman sanat gerçek hayatın, gündelik hayatın üstüne çakabilir. Başka türlüsü bir konuyu sömürme gibi olur. Sanatçılar tarafından genellikle yapılan hatalardan biri göçmenlerin acınması, başının okşanması gereken kişiler gibi ele alınıyor olması. O zaten travma yaşıyor, senin sanatın sayesinde ikinci bir travma yaşanmasına gerek yok.