The Irishman: ‘Boyalı ev’in ardındaki gizem
“Evleri boyadığını duydum.” Jimmy Hoffa'nın tanıştıklarında Frank Sheeran'a söylediği ilk söz buydu. Mafya terminolojisinde adam öldürmek anlamına gelen bu ifade “bazı insanlar”ın endişe seviyelerine göre karşılığını buluyor, yabancı bir evin kapı girişini “kırmızı”ya çalıyor, bir ülkenin sosyopolitik tarihini “kanla” resmediyordu. Amerika’nın neredeyse 40 yıllık dönemine bir tetikçinin hafızasından bakan The Irishman dört dörtlük bir modern Hollywood klasiği... (Gözde Güven/CNNTürk)
Jimmy Hoffa... Amerikan tarihindeki en büyük gizemlerden birinin kahramanı. 1957-1971 yılları arasında Kamyon Şoförleri Sendikası’nın başkanıydı. Organize suç örgütleriyle yakın ilişkileri vardı. 4 yıl hapis yattı. Nixon affıyla şartlı salıverildi. En son 30 Temmuz 1975 tarihinde Detroit’deki bir restoranda görülen Hoffa sırra kadem bastı. Peki ne oldu da esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu?
Temelleri 2010 yılında atılan, çekim süreci sürüncemede kalan ve en nihayetinde Netflix’in yapımını üstlendiği 175 milyon dolar bütçeli “The Irishman” işte bu gizemin izini sürüyor. Bugün artık salonlardan online platform ortamına taşınan yeni nesil sinema deneyimini, hasret kalınan 1970’ler ruhu ile buluşturan duayen yönetmen Martin Scorsese; Robert de Niro, Al Pacino, Joe Pesci, Harvey Keitel gibi Hollywood efsanelerini yıllar sonra yeniden bir araya getiriyor. Yazar Charles Brandt'ın Frank Sheeran ile yaptığı röportajlara dayanan “I Heard You Paint Houses”(Evleri Boyadığını Duydum) adlı kitabından uyarlanan filmin senaryosu ise Uyanışlar, Schindler'in Listesi, Hannibal, Amerikan Gangsteri gibi kült yapımlarda imzası olan Steven Zaillian’a ait.
60 yıllık kariyeri boyunca “gizli ilişkiler”i kurcalayan, şiddet teması üzerine eğilen suç filmlerinin bilge ismi Martin Scorsese, günümüzün sinema endüstrisine meydan okurcasına 3,5 saatte -ki kariyerinin en uzun filmi- anlatıyor “The Irishman”in hikayesini. Film, Jimmy Hoffa'nın sağ kolu Frank Sheeran’ın gözünden kurgulanıyor. 2. Dünya Savaşı günlerinde İtalya cephesinde savaşmış bir “vazife” adamı olan Sheeran, kamyon şoförüyken basit dolandırıcılık işleriyle suç dünyasına adım atıyor. Sicilyalı mafya babası Russell Bufalino için çalışan bir tetikçiye, ardından da Hoffa'nın başkanlığını yaptığı sendikanın yöneticisine dönüşüyor.
Seyirciyi mafya tipi sendikacılığın dünyadaki en önemli örneğiyle tanıştıran film, ABD’de örgütlenen Kamyon Şoförleri Sendikası’nda ve yargı-mafya-siyaset üçgeninde dönen dolapları, Kennedy Suikastı ve Watergate Skandalı gibi ülke tarihini derinden sarsan politik olaylar ışığında anlatıyor. Her ne kadar FBI raporlarında tetikçi Oswald’ın cinayeti tek başına işlediği yazsa da Kennedy Suikastı’na ilişkin ortaya atılan onlarca komplo teorisi bugün hala aynı hararetle tartışılıyor. O teorilerden biri de cinayeti azmettirenin mafya olduğu iddiasıydı. Filmde mafyanın başkanlık seçimlerine nasıl müdahale ettiği, ülke ekonomisinde nasıl söz sahibi olduğu, Başkan John F. Kennedy ve Adalet Bakanı olan kardeşi Robert Kennedy’nin mafya babalarını nasıl köşeye sıkıştırdığı, suikaste giden süreçte özellikle vurgulanmış.
Frank Sheeran’ın itiraflarına rağmen Jimmy Hoffa’ya aslında ne olduğuysa bugün hala muamma. Çünkü ortada cinayete dair bir kanıt yok. Filmin gerçekleri yansıtmadığına yönelik kimi eleştirilere ise yanıt Robert De Niro’dan; “Biz tamamen gerçek bir hikaye anlatmıyoruz; kendi hikayemizi anlatıyoruz. Ben buna inandım.”
Bu karmaşık ilişkiler ağına ve uzun süresine rağmen seyirciyi yormayan “The Irishman”, büyük ustaların söze gerek bırakmayan performanslarıyla giderek doruğa ulaşan karakter yorumları ve mafya filmleri külliyatına yapılan eğlenceli göndermeler sayesinde cazibesini bir an olsun yitirmiyor. Çelişkilerle dolu insan doğasına ve haletiruhiyesine dair muazzam tespitler yapıyor. Yumurta kapıya dayandığında dine dönenlerin, para ve güç uğruna aile değerlerini yitirenlerin, egosuna kurban gidenlerin, yargı eliyle adaleti çiğneyenlerin dünyasına ışık tutuyor. Scorsese’nin de eleştirdiği süper kahraman filmlerinin kıskacındaki çağın sinemasına ilaç gibi gelen, her ayrıntısıyla dört dörtlük bir anlatı sunan The Irishman şimdiden klasikler arasındaki yerini alıyor.